Batı uygarlığı Ortaçağ'a tam anlamıyla geri döndü. ortaçağın kanunsuzluğuna, zulmüne ve bağnazlığına. Ne kölelik kalktı, ne Haçlı Seferleri ne de Engizisyonlar. Sadece maske değiştirdiler..
Ortaçağ’ın savaş hırsı bu gün de modern teknolojilerle devam ediyor. Herkesin herkese karşı harcadığı çaba “barışa katkı” olarak sunuluyor.
Her alanda kendini gösteren küresel çılgınlık Ortaçağ’ın “yağma”larının modern versiyonundan öteye gitmiyor.
Zulmün ve kanunsuzluğun bireysel yaşandığı Ortaçağ’dan günümüz yüzyılınıın farkı bu kanunsuzluğun devletler düzeyinde yaşanması.. Devletlerin “uygar” yöneticileri, atalarının barbar geleneklerini sürdürmekken hiç de utanç duymuyorlar.
Her yeni yüzyıl Ortaçağ’ın geleneksel zihniyetine daha da fazla yaklaştırıyor devletleri. Mesela modern yüzyılın sosyal eşitsizliği insanları serfliğe, modern tüketim aracı olan kredi kartları da insanları kapitalizmin köleliğine mahkum etmiyor mu? Yine 16.yüzyıldan itibaren başlayan geleneksel sömürgecilik günümüzde yerini finansal sömürgeciliğe bırakmış değil mi?
Günümüz savaşların yıkıcılığı ise Ortaçağ’ın “yıkıcılığı”nı çoktan aşmış durumda. Suç karakterleri her yeni dönemde farklı yakıştırmalarla kendini gösteriyor. İcraatlar antik çağdan beri aynı;sadece karakterler ve o icraatlara giydirilen kılıflar farklı.
Her ihtiyacın ayağımıza geldiği bu modern dünyanın aslında insan ruhuna kafes hayatı yaşatmaktan öte bir getirisi yok. Kafesimiz ister altından, ister zümrütten isterse paslı tellerden olsun sonuçta o kafes ruhu tatmin etmekten çok uzak.
Savaşların dahi oturulan yerden idare edildiği bir dünya, kuruluşundan beri en merhametsiz zamanını yaşıyor. Çünkü nerenin harap edildiği, nerenin kimlerin üzerine enkaz olarak yıkıldığını ve kimlerin öldürüldüğü görülmez, çığlıklar duyulmaz; önemli olan yanı başındaki düğmeye basmak. Dolayısıyla kendisinin sebep olduğu ama görmediği parçalanmış bedenler, duymadığı acı çığlıklar insan merhameti için çok fazla bir şey ifade etmez. Zaten sanal savaş oyunlarının sanal cinayetleri insanı ruhsuz ve merhametsiz olarak yiyiştirmeye yetmiş..
Bakalım bu yüzyılın “mekanik insanları” zaman geçtikçe kendini yok edecek mi*Bunu zaman gösterecek. Çünkü modern bilimin başardığı tek şey, insanları yok etmenin yeni yollarını yaratmak oldu. Amaçsız “mekanik insanları”n bir başka “mekanik insan” tarafından kontrol edildiği tuhaf bir dünya.
Yaratılış nedeninin sırrına vakıf olmayı bırakın, bu sırrın sırlarını merak dahi etme gereği duymayan yüzyılın “mekanik insanı” eninde sonunda şimdiyi ve geleceğini kendi elleriyle yok etmekten geri durmayacaktır.
Dostoyevski yüz elli yıl önce şöyle demişti :“insan varlığının sırrı sadece yaşamak değil, ne için yaşayacağıdır. Neden yaşaması gerektiğine dair kesin bir fikri olmayan kişi yaşamayı kabul etmeyecek ve dünyada kalmaktansa kendini yok etmeyi tercih edecektir.”
Neden yaşaması gerektiğini bilmeyen insanların amaçsız, onun bunun yönlendirmesiyle yaşadığını zannetmesi de ayrı bir gariplik. Günümüz mekanik insan tipi, esasında kadim zamandan beri özgürlüğü en fazla kısıtlanan insan tipidir. Yani aslında fiziki şartlarda özgür olduğumuzu zannetsek de yaşantımızın hiçbir anında özgür olmadığımızı kısa bir tefekkürle anlayabiliriz.
Bu ruhsal mahkûmiyetin, insanı hangi tür bir canavara dönüştürebileceğini pekâlâ yaşayarak görüyoruz. Egoizmin ve güç tutkusunun getirdiği vicdansızlığın kendini gösterdiği Gazze’deki soykırım gibi..
İlginçtir; İnsanları güç sarhoşluğunun bağımlısı yapanlar asla nefret edilen objeler olmuyorlar.
E zaten insan fıtratında, kendini bağımlı yapana değil, bağımsızlığı için çabalayana karşı nefret duymak vardır. Bu tuhaf zıtlık her dönem insanda mevcuttur. Arap dünyasının(büyük bölümünün), kendisini kendine bağımlı yapan İsrail’e karşı değil de kendisini bağımsızlığı kazandıracak Gazze’nin “özgürlük savaşçılarına” olan nefreti gibi..