Alman tarihinin yüz karası: Auschwitz
-Bölüm 1-
Bu deney şu şekilde olmuştu:
12 numaralı bloğun bodrum katlarına kilitlendiler ve oradan zehirli gaz açığa çıktı. İnsanlar kaçmaya çalıştı ama Almanlar çıkışa barikat kurdu. 12 saat sonra gardiyanlar deneyin nasıl gittiğini kontrol etti.
Kurbanlardan bazıları hayattaydı. Naziler bodrumu tekrar kilitledi ve içine yeni bir Zyklon B parçası saldı. Bundan sonra daha fazla gaz kullanmaya başladılar ve mahkumların bu şekilde yok edilmesi devreye girdi.
Gaz odaları duş görünümüne bürünmüştü. Çalışmaya elverişli olmadığı düşünülen mahkumlar trenlerden doğrudan oraya gönderiliyordu. Cezasını çekmiş mahkumlar da orada imha edildi.
SS birlikleri bazı mahkûmlar ölümden daha kötü bir iş yaptırıyorlardı; "Sonderkommando" denilen bir birlik kurmuşlardı bu mahkumlardan. Bu birliğin görevi gaz odası kurbanlarının cesetlerinin ortadan kaldırılmasına yardım etekti.
Bu mahkumlar gaz zehirlenmesinden sonra cesetleri parçalara ayırıp fırınlara koyuyor ve ardından küllerini topluyorlar ve uygun arazilere serpiyorlardı. Tabi Naziler bu ekibin üyelerini iki ayda bir yok edip yeni ekip kuruyorlar Onları da aynı şekilde iki ay sonra yok ediyor ve yeni bir ekip daha kuruyorlar ve bu zincirleme böyle devam ediyordu.
Kampın kurucusu Himmler burayı sık sık ziyaret edip buradaki Nazi subay ve askerlerine övgüler yağdırıyor, yaptıklarının Alman ırkına büyük hizmet olduğunu haykırıyordu.
Kamp 1942’de inşa edildiğinde buradaki Brzezinka köyünün sakinlerinin tamamını köylerinden göndermişlerdi.
Tarihler 1943’ü gösterdiğinde dört büyük krematoryum inşa edilmişti. Daha kampın inşa sürecinin başında krematoryum inşa etmeleri aslında katliamların çok ama çok daha önce planlı programlı şekilde tasarlandığını gösteriyordu.
İnşa ettikleri bu ölüm canavarlarının 2 bin kişinin beş saatte yok edilmesine imkan tanıyan bir gücü vardı.Almanların kendileriyle en fazla gurur duydukları alan bu alandı.
Bu ölüm makinelerinden veya bacalarından çıkan külleri daha önce de söylediğim gibi gübre gibi toprağa serpiyorlar bunu da eğlenceli şarkılar eşliğinde yapıyorlardı.
Öldürülmeyip çalışan mahkumlara gelince; onlara sentetik kauçuk üretme gibi kirli ve bir o kadar zehirli işleri yaptırdılar. Kampın bu alanında adeta kimya tesisi vardı ve bu tesis, en büyük Alman kimya şirketi IG Farben'e aitti.
Alman sermayesi sıklıkla ölüm fabrikalarının yatırımcısı haline gelmişti adeta ve adeta ticaret bu ölüm kaplarının ihtiyaçlarını karşılayan malzemeler üzerinden dönüyordu. Yani aslında adı “Ceset Holding” olsa yeriydi. Zira ölümler üzerinden ticaret yapan holdinge dönüştükleri kesindi.
İşçilere günde 300 gram ekmek ve bir kase çorba (sadece su ve baharattan ibaret) hakkı veriliyor, çalışamayacak duruma düşenler bir ölüm kampına naklediliyor ve orada vuruluyor, gaz odalarında imha ediliyor veya krematoryumlarda yakılıyorlardı.
Tabi tıbbi deneylerin haddi hesabı yoku ve bu deneyler büyük gizlilik içinde yapılıyordu.
1943'te adı tıbbi suçlarla adını duyurmuş kötü şöhretli bir adam Auschwitz'e gelmişti.
Adı Dr. Mengele idi. Ve Naziler tarafından amaçları doğrultusunda çalışmaya ikna edilmişti.
Dr. Mengele, gerçek Aryanların yaşam beklentisini, doğurganlığını ve dayanıklılığını artırmaya yardımcı olması beklenen tıbbi deneylerle meşguldü. Ayrıca Mengele, Yahudiler, Çingeneler, Slavlar gibi "insanlık dışı insanları" kısırlaştırmanın yeni yollarını arıyordu.
Vicdanının bu kadar çok insanı yok etmesine nasıl izin verdiği sorulduğunda Mengele şu cevabı verdi: “Ne? Vicdan mı? Benim vicdanım Adolf Hitler'dir."
Kampta hayata kalan Auschwitz mahkûmu Sovyet kimyager Viktor Netkachev, Mengele’nin 9 ile 14 yaş arasında yüzlerce çocuğu hadım ettiğini söylüyordu.
Savaş sonunda Mengene Latin Amerika'ya kaçmış ve orda uzun süre saklanmıştı.
Tabi bunların yanında direnişçiler de vardı.
Auschwitz'deki ilk direniş grubu, Kızıl Ordu komutanları Alexander Lebedev ve Fedor Skiba liderliğindeki Sovyet savaş esirleri tarafından organize edilmişti.
Kamp tarihindeki tek toplu kaçışı organize etmeyi başarmışlar ve bu yeraltından kaçış eylemine 100'den fazla kişi katılmıştı. Ama sadece birkaçı hayatta kalabilmişti.
1943'te kampta yeni bir küçük “yeraltı direniş grubu” ortaya çıktı. Silah alıp kaçmayı başardılar. Ama SS onları da yakaladı ve hepsini öldürdü.
Burayı Nazilerden temizlemek üzere giren Sovyet askerlerin büyük bir kısmı gördükleri karşısında uzunca afallamıştı. Burası bir cehennem bölgesiydi ve belki de cehennemden daha öte bir yerdi.
Almanlar kaçmadan önce izlerini silmeye çalıştı. Krematoryumlar havaya uçuruldu, 50 bin mahkum Almanya'ya götürüldü, işkence ve tıbbi deneylerden bitkin düşen yüzlerce kişi alelacele yakıldı ve vuruldu.
Auschwitz hakkında yazan ilk kişilerden biri, "Gerçek Bir Adamın Hikayesi" kitabının yazarı, yazar ve askeri muhabir Boris Polevoy'du. Makaleleri Hitler karşıtı koalisyon ülkelerinin tüm dillerine çevrildi.
Ancak ilginçtir;Londra ve Washington, Alman ölüm kampları hakkındaki korkunç gerçeklere inanmıyordu. Mesela İngiltere Başbakanı Winston Churchil, makalelerin çoğunlukla savaş yıllarında meydana gelen uydurma olduğunu düşünüyordu.
E tabi daha sonra Amerika ve Londra bunu anlayacaktı. Çünkü heyetler gönderip bizzat yerinde inceleme yaptıracaklardı. Mesela Amerikalı General George Patton, kampın bir bölümünü incelerken bile gördükleri karşısında kusmuştu.
Kıamplar;bir deri bir kemik kalmış insanlar, insan kalıntılarının külleri, kemik yığınları, insanları yok eden fırınlarla doluydu.. Ve Amerikan heyetini büyük çoğunluğu gördükleri karşıısında adeta sinir krizi geçirmişlerdi.
Auschwitz'de kaç insanın öldüğü hala tam olarak bilinmiyor. Tarihçiler bir ila dört milyon arasında farklı rakamlar veriyor. En az bir milyon kişi daha kampta bulaşan hastalıklardan öldü, intihar etti ya da kazalarda öldü