Bugün Türkiye’nin bereketli toprakları bir kez daha tehdit altında. Soma’dan Gördes’e, Turgutlu’dan Kazdağları’na kadar süren doğa kıyımı, Salihli Çapaklı köyünde yeni bir perdeye evrilmiş durumda. Sermayenin sınırsız talepleri, hukukla ve halkın yaşam hakkıyla çatışıyor.
Çapaklı köylüleri anayasal bir hak olan yaşam hakkını, mülkiyet hakkını ve çevre hakkını savunuyor. Anayasanın 56. maddesi açıkça belirtir: “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.” Bu hakka sahip çıkan köylülerin şiddetle bastırılması, sadece vicdanları değil aynı zamanda hukuku da yaralar.
Kadına yönelik kolluk şiddeti hiçbir hukuk sistemiyle bağdaşmaz.
Yaşananlar sadece toplumsal değil; aynı zamanda hukuksal bir utançtır. Güvenlik güçlerinin, yaşlı kadınları yere sürüklemesi, cop kullanması, halkın tepkisine karşı şiddetle karşılık vermesi hiçbir meşru müdafaa ilkesiyle açıklanamaz. Bu eylemler Türk Ceza Kanunu'nda “görevi kötüye kullanma”, “kasten yaralama” gibi maddelerle değerlendirilebilir.
Kendi toprağını savunan bir kadının gözyaşı, yasaların görmezden gelinemeyecek kadar gür bir sesidir.
Bu millet, ordusunu “mazlumun yanında, zalimin karşısında” görmek ister. Bugün Çapaklı’da yaşananlar, bu idealin ne kadar uzağına düşüldüğünü gösteriyor. Köylülerin talepleri ne bir tehdit ne bir suçtur. Bahçesine, suyuna, doğasına sahip çıkmak, en temel insan hakkıdır.
Hukuk yalnızca mahkeme salonlarında değil, tarlada, sokakta ve vicdanda da hüküm sürmelidir.
Eğer bugün Hz. Muhammed (SAV) yaşasaydı, zulme sessiz kalanlara değil; mazlumun yanında duranlara destek verirdi. O’nun adalet anlayışı; güçlünün değil, haklının yanında olmaktır. Halkın kutsal bildiği toprağa, evine ve yaşamına dokunulduğunda susmak, sadece hukuka değil insanlığa da sırt çevirmektir.
Çapaklı köylülerinin onurlu ve hukuka dayalı mücadelesi yalnızca bir direniş değil; hepimize insan haklarını hatırlatan güçlü bir çağrıdır. Şiddete değil, hukuka; baskıya değil vicdana sarılmalıyız.
Yorumlar
Kalan Karakter: