Bir sınav daha geride kaldı… Kimi hayallerine bir adım yaklaştı, kimisi umutlarını bir sonraki yıla bıraktı. Oysa bu hayallerin arkasında bir yıl boyunca gecesini gündüzüne katan, uykusuz kalan, sosyal hayatından feragat eden binlerce genç vardı. Ve ne yazık ki bu emeklerin karşılığı, yalnızca 2.5 saatlik bir sınavla ölçüldü.
Sistemin içinde yıllardır süregelen bu döngü, gençleri adeta birer yarış atına çeviriyor. Kim daha hızlı, kim daha dikkatli, kim hata yapmadan ilerleyebiliyor? Sanki bir bireyin karakteri, yeteneği, yaratıcılığı, topluma olan katkı potansiyeli önemsizmiş gibi… Her şey birkaç net sayısı ve sıralamaya indirgeniyor.
Peki bu sınav neyi ölçüyor? Ezber yeteneğini mi? Anlık dikkati mi? Yoksa sistemin gençlerden beklentilerini mi?
Unutmayalım: Üniversite sınavı bir varlık-yokluk savaşı değildir. Geleceğini arayan bir gencin tek çıkış noktası da değildir. Fakat toplumsal baskı, ailelerin beklentisi ve sistemin acımasızlığı, gençleri bu sınava sanki hayatlarının son şansıymış gibi yaklaşmaya zorluyor. Kimi bu yükün altında eziliyor, kimisi de yılgınlaşıyor, sessizce uzaklaşıyor hayallerinden.
Ailelere ve eğitim sistemine düşen görev büyük. Her çocuğun bireysel farklılıklarla donanmış olduğunu, her yeteneğin ayrı bir cevher olduğunu hatırlamak zorundayız. Gençler sadece sınavlardan ibaret değildir. Onları tanıyın, dinleyin, anlamaya çalışın. Başarı; sınav sonucu değil, ruhsal ve duygusal gelişimin dengesiyle oluşur.
Sadece başarıyı değil, mutluluğu ve anlamı da hedefleyen bir eğitim anlayışı mümkün. Gençlerin sesine kulak verelim, onları sistemin kurbanı değil, geleceğin mimarı kılalım.
Yorumlar
Kalan Karakter: