Kendilerini El-Cemaat-ül-İslamiyye örgütünden olduklarını söyleyen ve “Suudi Arabistan'da dini ve toplumsal değerlerin yozlaştığını” savunan isyancıların tüm avluyu kontrol altına almaları bir saati buldu. Bunlar Selefi idi. Ve Kuran’ın hiç ir şekilde yorumlanmadan inanılması gereken kutsal bir kitap olarak görenlerdi. Ve yine onlara göre her türlü “Batılılaşma eğilimi” dinden çıkmayı gerektirirdi ve tek rehber Kuran-ı Kerim’di.
İşte Suudi Arabistan’da o dönemde dahi sosyal ev dinsel hayattaki ufak bir değişim Selefi gurupları harekete geçirmeye yetmişti. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında ülkenin “petrodolar” deposu haline gelmesi ve refah seviyesinin katlanması ister istemez yaşamsal değişimlere de sebep olmuştu ve u değişimin işaretleri dahi bu gurupları oldukça rahatsız etmişti.
Nelere tepkileri yoktu ki; kadınların özgürleşmesine, televizyon ve pasaportların varlığına, futbolcuların kısa şort giymesine ve krallığın üzerinde hükümdar resmi bulunan banknotlara..
Ama ilginç bir detay vardı;Uteybi’nin kendisi kısa zaman önce uyuşturucu kaçakçısı idi. Bunu kendisi itiraf etmişti. Hatta daha kötü işlere de bulaştığını söylemiş ancak günahlarından dolayı af dilediğini de eklemişti itirafına. Ve daha sonra Ulusal Muhafızlarda yaklaşık 20 yıl hizmet etmişti. Aksanı şehirde yaşayan Araplar için çok da albenisi olan bir aksan değildi. Tamamıyla bedevi aksanıyla konuştuğundan konuşmayı fazla tercih etmemekteydi.
Ona göre Mescid-i Haram'ın ele geçirilmesinin, tüm ülkeyi günahlardan ve her şeyden önce kötü Suudi hanedanından temizlemenin ilk adımıydı.
Yetkililer caminin ele geçirildiğini, caminin tadilatını yapan şirketin çalışanlarından birinin genel merkezi araması sayesinde öğrendi.
İlk başta, polis olayın boyutunun hiç farkına varmadı ve bir çeşit arbede olduğundan şüphelenerek soruşturma için arabalarla birkaç devriye gönderdi.. Ancak camiye yaklaşmaya çalışırken otomatik silahlardan yoğun ateş altında kaldılar ve bunun gerçek bir isyan olduğu ortaya çıktı.
Daha sonra İçişleri Bakanlığı çalışanlarından yüze yakın bir grup saldırıya gönderildi.Ancak ABD Büyükelçiliği temsilcisi Mark Hambly’in dedii gibi “hemen öldürüldüler, çünkü Camiyi ele geçiren nişancıların çok iyi silahları vardı, Belçika tüfekleri çok iyi kalibredeydi.”
İsyancıların saldırılarını iyi planladıkları ve onları devirmenin kolay olmayacağı ortaya çıktı. Mescid-i Haram'ın çevresini kordon altına alarak, özel kuvvetler ve zırhlı birlikleri çağırdılar.
Akşam Mekke şehri boşaltıldı ve saygın Suudi alimler (ulema) cami içinde askeri güç kullanılmasına izin veren bir fetva yayınladı.
Çatışmanın ikinci gününde Suudi ordusu ana kapıya önden saldırılar düzenledi.
İçerideki sivil hacılardan biri, "Minarelere yönelik topçu ateşini, sürekli havada uçan helikopterleri ve savaş uçaklarını gördüm" demişti.
İki gün boyunca dalga dalga askerler camiye girmeye çalıştı ama her defasında keskin nişancılar tarafından ağır kayıplarla geri püskürtüldüler.
noktada savunmacılar içerideki şilteleri ve lastikleri ateşe vererek “kalın bir sis perdesi oluşturarak savaşı kaosa dönüştürdü.” Aynı zamanda isyancılar, Mekke sokaklarındaki hoparlörlerden isteklerde bulunarak , ABD'ye petrol ihracatının sona erdirilmesi ve tüm yabancı sivil ve askeri uzmanların Arap Yarımadası'ndan sınır dışı edilmesi çağrısında bulunuyorlardı.
Ancak bir devletle baş etmek öyle kolay değildi. Nitekim tanksavar füzeleri ve topçu silahları, keskin nişancıları minarelerden vurmaya başladı ve zırhlı personel araçları kapıları kırmayı başardı.
Ortalık kan gölüne dönmüştü adeta. İsyancılara yeteri kadar sabreden Suudi Devleti acımasız bri şekilde bu isyanı bastırmaya karar vermiş ve önüne çıkan isyancılara da acımamıştı. Bir görgü tanığının dediği gibi ““Ölü insanların veya çürüyen yaraların kokusuyla çevriliydik. İlk başta hala su vardı ama daha sonra onu paylaştırmaya başladılar. Daha sonra hurmalar bitti ve çiğ hamur topları yemeye başladılar.Korku filmi gibiydi.”
İsyancıların yüzlercesi yer altındaki sığınağa kaçmıştı ama teslim olmaya da niyetleri yoktu. Askerleri bu yeraltı sığınaklarda yok etme planları yapmaktaydılar. Ancak Suudiler Fransızlardan yardım istemiş ve Fransız özel kuvvetlerine mensup uzmanların yönlendirmesi ile sığınaklar büyük oranda isyancılardan temizlenmişti.
Çatışmaların sonunda Mescid-i Haram'da ve çevresinde toplamda en az 255 ceset bulunuyordu ve bunların en az 127'si güvenlik güçlerine aitti.
Suudiler en kutsal mekanda kan akıtan ve canlı yakalanan isyancılara en ufak bir merhamet göstermediler ve bir ay sonra canlı yakalanan 63 isyancının başı şehrin sokaklarında halka açık bir şekilde kesildi. İlk başı kesilen kişi Uteybi idi.
Şimdi bu olaydan hareketle Suudi Arabistan’ın “modernliğe” açık bir devlet yapısı olduğunu ve bunun günümüze kadar artarak devam etmesi gerektiğini ama durumun hiç de öyle olmadığını yani Avrupa’nın o “modernliği”nden uzak olduğunu düşünüyor olabilirsiniz..Netice de isyan modernliğe karşı çıkan bir isyandı..
İşin ilginç yanı da bu.. Buradaki paradoks, isyancıların kaybetmesine rağmen yetkililerin onların taleplerini büyük ölçüde yerine getirmesidir. Bunu isteyerek ay da istem dışı yaptılar ama durum böyle. Mesela Uteybi kadın TV sunucularına öfkeliydi. Ama isyandan sonra Suud-i Arabistan’da uzun yıllar kadın TV sunucusu göremedik. Ayrıca Z şeriat kuralları daha da katılaştı, toplumun modernleşmesi neredeyse durdu.
Bunun en büyük sebeplerinden biri de muhtemelen Suud hanedanı İslam’ın toplum üzerinde ne denli etkili olduğunu görmesi ve politikalarını ona öre belirlemesi olabilir.. Yani daha kolay ve sorunsuz hüküm sürmek için İslam’ı kullanmak çok daha akıllıca bir yol olsa gerekti onlar için.
İşte insanı ve insanı yaşatmayı temel felsefesi yapan bu büyük İslam dini son 300 ylıldır devlet bazında hüküm sürenlerin çıkarları için, kişi bazında da bencil ihtiraslar ve çıkarlar için rahatlıkla kullanılagelmiş bir din olmuştur maalesef..
.