Krala bu sözleri söyleten Türk-Müslüman hassasiyetiydi. Ancak bu 'mazluma sahip çıkma- ananesi çok da kolay olmuyordu. Avusturya ve Rusya'dan tehditler almaya devam ediyordu Osmanlı.
Hatta bir ara Osmanlı yönetimi düşünür gibi olmuştu da, mülteciler, "Osmanlı 'ya kabul edilmezlerse kendilerini Tuna 'ya atacaklarını" dâhi kararlılıkla dile getirmişlerdi.
Osmanlı geleneği kendi Müslüman tebaasını hangi şartta olursa olsun geri vermemeyi öngörüyordu. Bu nedenle "başta General Bem olmak üzere 26 kişi birden Müslüman olmuştu " General Bem, Recep Paşa olarak anılacaktı.
Bunun gibi binlercesi bu nedenle İslamiyet’i seçmişti.
Tabi Rus ve Avusturya propagandası hızla sürüyordu. Öyle ki, Türklerin Macarlara zulmettiği kızların ırzına geçtikleri haberleri yapılıyor ve inanlar da hızla artıyordu.
Propaganda o kadar etkili oluyordu ki Kral Kutsh dahi bir ara inanmaya başlamış ancak gerçeği öğrenince özür dilemek zorunda kalmıştı.
Avusturya ve Rusya Israrla mültecilerin iadesini istiyor bunun meşruiyetini de Belgrat Anlaşması’nın ilgili maddesine dayandırıyorlardı. Ancak “Mustafa Reşit Paşa da kendisine iade edilmeyen bir düzine kaçağı dile getiriyor ve onlar verilmediği gibi bunlar da verilmeyecek diyordu.”
Tabi mültecilerin sayısı arttıkça Osmanlı ekonomisinde sıkıntılar daha da artıyordu.
Örneğin ilk durakları olan Vidin’in 25000 kişilik nüfusu kıtlıkla baş başa kalıyordu. Güvenlik problemi başlı başına bir problemdi.
Evet, Osmanlı rütbeli rütbesiz her mültecinin güvenliğini de sağlamak zorunda hissediyordu kendini.
Özellikle Macar Kralı Kossuth’un güvenliği önemliydi hem Osmanlı yönetimi, hem de Macarlar için.
Kendisine yönelik birkaç suikast girişimi engellenmişti. Bu suikast tertibini yapanlardan biri de Avusturya’nın Rusçuk konsolosu olan Rössler’in bazı Macar askerlerini para karşılığı ajan olarak tutması ve suikaste yönlendirmesiydi.
Neyse ki Osmanlı istihbaratı bu tertibi bertaraf etmesini bildi ve Rössler’i de yakalayıp gerekli cezaya çarptırmıştı.
Güvenliğin sağlanması adına Lajos Kossuth önderliğindeki Macar Mültecileri 31 Mart’ta Kütahya’ya gönderilmişlerdi. “Kossuth ve ailesi Asakir-i Nizamiye Kışlası’nın büyük dairesine yerleştirilmişler”di.
Tabi adam,yani kral oldukça inatçıydı. Özgürlük adına yaptığı ihtilalin bedelini önemsemiyordu. Daha çok bedel ödenmesi gerekir der gibi Kütahya’da yeni ihtilal planlarını yapıyordu.
“Osmanlı Devlet adamları ise en kısa süre içinde mültecileri serbest bırakıp üzerindeki bu yükten kurtulmanın peşinde olmuştur. Bunu yaparken de Avusturya ve Rusya
İle de istişarelerde bulunmuştur.”
Nihayetinde Avusturya ile varılan anlaşmayla “69 kişilik kafile Kütahya’dan ayrılmış” ve geriye kalan mülteciler de Avusturya’dan gelen notaya rağmen “serbest kalacaklarını Süleyman Refik Bey’den öğrenmişlerdir”.
“Kütahya’da kalan son kafile de “Missisippi” adlı savaş gemisiyle Türk topraklarından ayrılmışlardır.”
Tabi garip olan bir şey vardı. O da mültecilerin iadesi için yapmadığını bırakmayan Rusya'nın bir anda iade isteğinden vazgeçmesiydi. Neden mi? Çünkü Osmanlı Devleti’nin serbest bırakacağı mülteciler arasında bir hayli Polonyalı vardı.
Rusya Polonyalıların ülkeyi karıştırabileceğini düşünerek bu defa kesinlikle istemiyordu mültecileri. Nihayetinde Malta Adası’na gönderilmeleri kararlaştırıldı ve Rusya açısından sorun bitiyordu.
Rusya'nın iade isteminden vazgeçmesi ve Avusturya ile de anlaşma sağlanması üzerine Kossuth ve arkadaşları Türk topraklarından 1851 yazının sonlarında ayrılmışlardı.
“Kossuth’un İngiltere’ye giderken yol masraflarını Osmanlı Devleti karşılamıştı.” Sadece bunların değil diğer mültecilerin de yol harcırahlarını karşılamaktan çekinmemişti Osmanlı yönetimi.