Cumhurbaşkanı Erdoğan önceki yerel seçim mitinglerden birinde “Türkiye sadece bölgesel bir güç olmaktan çıkıp küresel bir güç olma yolunda emin adımlarla ilerliyor” derken özellikle muhalefetimiz ve muhalefetimize gönül vermiş olanlar bunun hamaset olduğunu,seçim propagandası olduğunu düşünüyorlardı. Ama aslında bu tasarlanmış,hesaplamış vizyoner bir söylemdi.
16 Kasım 2022’de “Butik devlet mi olacağız yoksa küresel aktör mü?” olacak başlıklı yazımda Türkiye’nin bölgesine sığmayacak bir vizyona sahip olduğunu ve bu yönde yoğun çalışmaların yapıldığını ve bu vizyona ulaşmanın silahlanmayla mümkün olduğunu yazmıştım;ve gelinen noktada Türkiye Yüz bin çalışanı ve 8 Milyar Dolar’ı bulan savunma bütçesiyle bölgesine sığmadığını göstermiş oldu.
%85’leri bulan yerlilik oranıyla kendi tarihinde devasa bir bütçeye sahi polan Türkiye’nin bu atılımı elbette dikkatlerden kaçmıyor ve Türkiye’yi dikkate alınmak zorunda kalınan bir ülke konumuna yükseltiyor.
Hemen hemen herkes çıkarlarımızı korumanın ve yeni çıkarlar peşinde koşmanın yolunun kendimize ait özgün silahlarla mümkün olduğunu bilir;nev-i şahsına münhasır bir savunma ve taarruz kabiliyetini geliştirdikçe öncelikle bölgesinde atılan adımların Türkiye’siz hiçbir anlamının olmadığını da..Bu konuda daha önce yazdığım “Erdoğan’ın satranç oyunları ve Doğu Akdeniz’de “Türk elektriğinin” çarptığı İsrail..” başlıklı yazımda Türkiye’nin içinde olmadığı hiçbir yolun işlerlik kazanmayacağını, hiçbir koridorun çıkışının olmayacağını örneklerle belirtmiştim.
Özellikle son dönemlerde Türkiye’nin Suriye üzerindeki nüfuzu bölgesinde onu çok daha etkin bir ülke yaptı. Her ne kadar İsrail’in panikatak geçirerek Suriye’nin yeninden inşasını zorlaştıracak, Türkiye’yi bu süreçte devre dışı bırakacak adımları olsa da Türkiye sahip olduğu silah sanayiinin gücünü diplomatik akrobasiyle şekillendirerek bu adımları boşa çıkarmayı başardı.
İsrail’in bu adımlarına müdahalede bulunmanın görünürde olanına birkaç gün öce şahit olduk aslında. Meela;Dışişleri Bakanımız Hakan Fidan’ının Suriye için İsrail’e ve üçüncü,dördüncü ülkelere “Bölmeye ve istikrarsızlaştırmaya çalışırsanız müdahale ederiz” şeklinde net,kısa ama etkili uyarısı şahit olduklarımızdan biriydi. Bu sözlü uyarının esasen uyarıdan çok bir meydan okuma olduğunu söylemeden geçmeyelim.
Bu meydan okumanın işlevselleştiği ve Türkiye’nin kendi gücünü adeta test etmeye yeltendiği somut gelişme ise Şam yönetiminin Türkiye'ye başvurarak terör örgütlerine karşı ortak mücadele için askeri destek talep etmesi oldu.
Elbette bu talep öncesinde Türkiye ile istişarelerde bulunulmuştur. Kanaatimce bu istişareler sonucunda Türkiye’nin talebe olumlu yaklaşması -belki de bizzat kendisinin talepte bulunulması için baskı yapması-“okuduğu meydana” kimlerin gelebileceğini ya da gelmeyeceğini görmek istemesiyle ilgilidir;neticede bu talep bölgedeki askeri-politik güç dengesini ciddi şekilde değiştirebilecek çok ciddi bir işaret. Buna SDG’nin silah bırakmak istememesini ve Suriye ordusuna katılmaktan vaz geçmesini-anlaşmaya rağmen- eklediğimizde askeri dengelerde ciddi bir değişiklik olabilir.
Gerek SDG’nin anlaşmayı ihlal edici bu tavrı, gereks İsrail’in Dürziler üzerinden Suriye’yi bölme çalışmaları Türkiye’yi “acil eylem planına” sevk etmiş durumda. Bu da çok yakın zamanda Türk uçaklarının SGD’üzerinde aralıksız uçtuğunu göreceğimiz anlamına geliyor.
Bu noktada Türkiye’nin diplomatik ve askeri gücü devreye giriyor işte;mesela Beyaz Saray’ın ABD askeri üslerini Suriye'den kademeli olarak çekmeye hazırlanması,özellikle Trump’ın bir zamanlar ABD koruması altında olan SDG'yi Suriye hükümetine devrederek bölgede daha fazla vakit kaybetmek istememesi bu güçlerin bir sonucudur.
Türkiye sahip olduğu özgüvenle sadece atılan bu adımlarla yetinmeyecektir. SDG’nin tamamen yok olmasını sağlayacak somut adımları çok yakında atacaktır. Bölgeye asker sevkiyatını “talep üzerine” bu nedenle gerçekleştirdi.
Unutmayalım ki; Şam yönetiminin Türkiye’den resmi şekilde askeri destek istemesi-veya istettirilmesi- Türkiye’nin bölgede meydan okumalarının sonuçlarını görmesi ve çizdiği ufuk çizgisini daha ileriye taşıması açısından olağanüstü bir anlam ifade ediyor.
Türkiye’nin meydan okumasına cevap verebilecek devlet sayısı yok denecek kadar az. Bunlardan İran kendi içinde “Fetövari” yapılanmayla meşgulken, Rusya tüm kaynaklarını Ukrayna için harcamış durumda. İsrail’in ise Trump’la iyi ilişkiler içinde olan Erdoğan’ın isteklerine kısa vadede askeri güçle cevap verebileceğini zannetmiyorum;sadece kendi sınırlarına yakın Suriye topraklarında ara ara havada kendini göstermekle yetinecektir.
Velhsıl;saihp olunan askeri ve politik gücün ne denli önemli olduğunu anlıyoruz. Türkiye zaman geçtikçe üçüncü, dördüncü veya beşinci ülkelere isteklerini veya projelerini kabul ettiriyorsa yavaş yavaş küresel ölçekte bir güce sahiptir artık.
Yorumlar
Kalan Karakter: