1978'de Diyarbakır'ın Lice İlçesinin Fis Köyü'nde kuruluş kongresini gerçekleştiren ve 1978’den bu zaman kadar yaklaşık 47 yıldır ülkenin başına bela olan, dış yardım konusunda ne İngiltere’deki IRA’ya, ne İspanya’daki ETA ‘ya ne de Kolombiya’daki FARC terör örgütlerine benzeyen(bu terör örgütleri gibi dış yardım almadan salt bir terör faaliyetinde bulunun bir örgüt olmuş olsaydı Türkiye bu örgütleri birkaç yıl içinde ezip geçerdi) ve on binlerce şehidimize mal olan PKK terör örgütünün kendisi feshedip ardından silahlarını bırakmaya başlaması siyasi ve ideolojik menfaatlerle çakıştığında haliyle çıkarları zedelenenler tarafından “ne oldu da silah bıraktılar?” sorusu bolca sorulur oldu.
Aslında; bu soruyu soranlar değil de sorunun muhatabı olan kitleler biraz araştırsalar bu sürecin son birkaç aya, hatta son birkaç yıla sıkıştırılamayacak kadar derin bir geçmişinin olduğunu anlayacaklardır. Soruyu soranlara gelince, onlar aslında bu sürecin geçmişini ve bu günün çok iyi biliyorlar ama bu bildikleri geçmiş, pek de onların menfaatleriyle paralellik göstermiyor,bunun için de muhatap aldıkları kitlelere soruyu sorup geriye yaslanıyor ve çıkmasını umdukları kaosu beklemeye koyuluyorlardı..
Biz o kitle için “ne oldu da silahlarını bıraktılar? Sorusunu dilimiz döndüğünce özetleyelim:
Aslında çok şey oldu ve bu “çok şey” çok öncelerden başladı.
Bu sürecin başlangıç noktası için -tabi Ak Parti iktidarı döneminde- MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın İmralı’da Abdullah Öcalan’la bir araya geldiği döneme kadar gitmek lazım.
Tarihler 16 Aralık 2012’yi gösterdiğinde MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Abdullah Öcalan’la İmralı Adası’nda görüşmüş ve 13 gün sonra da o dönemde Başbakan olan Cumhurbaşkanı Erdoğan bu görüşmeyi kamuoyuna açıklamış,2013’e gelindiğinde de bugünkü DEM’in o dönemdeki ismi olan BDP mensuplarından oluşan bir heyet de İmralı’ya gitmiş ve Öcalan’la görüşmüş ve bu girişimler neticesinde 2013’ün Nevruz’unda “çözüm süreci” denilen süreç başlamış oldu.
İşte PKK’nın silah bırakma süreci bu gün iktidar mensuplarının ve de İktidar yanlısı bir çok yazar çizerin bile eleştirdiği bu çözüm sürecinde atılan demokratik adımlarla başlamış oldu.
Sürecin(Çözüm ya da açılım sürecinin) işleyişi ya da nasıl sona erdiği konusu bir yana, çözüm sürecinde Kürt halkının haklarına yönelik iyileştirmeler ve onların, kendilerini yaşadıkları ve vergisini verdikleri devletlerinin asli unsuru olduklarını hissettiren somut adımlar PKK’nın bu gün silahlarını ateşe vermelerinde etkili olan temel başlangıç noktası oldu.
Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın Kürt halkına yönelik politikalarda devletin hatalar yapığını kabul etmesi ve “'Biz Kürt milliyetçiliğini de ayağımızın altına alıyoruz, Laz milliyetçiliğini de ayağımızın altına alıyoruz, Türk milliyetçiliğini de ayağımızın altına alıyoruz, Arap milliyetçiliğini de ayağımızın altına alıyoruz.” Cümleleriyle geçmişte yapılan hataları telafi etme niyetini göstermesi süreci daha da hızlandırdı.
Zira, PKK’nın temel ideolojik argümanı ya da gerekçesi özellikle Doğu Anadolu’da ve yurdun dört bir yanında yaşayan “Kürt halkına yapılan haksızlık ve bu halkın ikinci sınıf vatandaş yerine konulması” argümanı olmuştu.
İşte 2013’ün çözüm veya açılım sürecinde devletin başındaki kişi, devletin geçmişte yanlış yaptığını “her ülkede geçmişte hatalar yapılmıştır. Her ülke geçmişinde zor günler yaşamıştır. Türkiye gibi büyük bir devlet ve güçlü ülkede pek çok zorluğun harmanından geçerek bugünlere geldik. O nedenle geçmişte yapılan hataları yok saymak büyük devletlere asla yakışmaz”cümleleriyle kabul etmiş ve böylece önce “Kürt sorunu”nun sonra da “terör sonunu”nun sonun başlangıcına giden yolda ilk adımı atmıştır. Ve bu dönemde iktidar mensuplarının veya onlara yakın medyanın bile eleştirdiği çözüm süreci başlamıştı.
Cumhuriyet tarihinde hiçbir lider “Kürt sorunu benim sorunumdur. Her sorunun çözümünün adresi biziz" diyerek terörün beslendiği argümanları ortadan kaldırmak için böylesine büyük bir işe kalkmış değildi.
Tabi sürecin nasıl bir niyetle başladığı ve ne tür bir provokasyonla sona erdiğini hepimiz biliyoruz. Ama bilmemiş gereken başka bir şey daha var ki PKK’nın tüm ideolojik argümanları neredeyse tamamen sonlandırılmış ve örgüt için “devşirme sistemi” allak bullak olmuştu
Örgütün silah bırakmasına giden yolun ilk aşaması buydu.Ve görüldüğü gibi ilk aşama bile bir muhalif gazetenin attığı “47 yıllık sorun yarım saatlik şovla bitti “gibi basit bir manşete sığdırılacak bir süreç değildi.
Üstelik bu aşamada “gezi olayların”ndan tutun da “Kobani olayları”na kadar hatta “15 Temmuz Darbe Girişimi”ne kadar bir çok badire atlatıldı.
İkinci aşama da ise Suriye’deki kargaşalıktan faydalanıp Amerikan motivasyonuyla hareket eden terör örgötünü dar bir alana sıkıştırmak için “Frat Kalkanı” ve “Zeytin Dalı” harekatları ile örgüt ve mensuplarının manevra alanı kısıtlandı.
Devletin milli SİHA ve İHA’ları da devreye sokup modern karakollar ve profesyonel ordu tesis etmesi de terör örgütünün harekat alanını kısıtladı. Terörün ve şiddetin gerekçelerinin çözüm süreciyle ortadan kaldırılması ile örgütün yeterli miktarda adam devşirememesi ve devletin sahip olduğu yerli milli taarruz ve savunma teknolojisi ve de sınır ötesi harekatlarının örgütün manevra alanını kısıtlaması örgütü ve mensuplarını paniğe sevk ettiğini sözde liderlerinin telsiz görüşmelerinden anlıyoruz.
Son olarak da Suriye’deki rejim değişikliğinin bölgede örgütün uzantısı ve can damarı haline gelen PYD’yi de zor duruma sokunca, ve de Türkiye’nin sınırları dışına taşan yayılmacılığını da göz önüne alan Amerika’nın örgütün koruyuculuğundan vaz geçmesi örgütü yetim ve öksüz bir örgüt durumuna sokmaya yetti.
Bu noktada tüm bu hadiseleri ve terör örgütü üzerindeki etkilerini göz önünde bulunduran Devlet Bahçeli’nin zamanında ve yerinde hamlesi örgütü vazgeçilmez bir şekilde teslimiyete zorlamış ve bu teslimiyet sonrasında da ekranlara servis edilen silah yakma merasimi gerçekleşmiştir..
Yorumlar
Kalan Karakter: