Bir sabah uyanıyoruz, haberleri açıyoruz: Yolsuzluk, rüşvet, ihanet, yalan... Ertesi gün bir başka skandal, bir başka çöküş. Kim hain, kim vatansever? Kim dürüst, kim değil? Kim çalıyor, kim çalmıyor? Artık ayırt etmek neredeyse imkânsız. Gerçek ile yalanın, doğru ile yanlışın, iyi ile kötünün birbirine karıştığı bir çağda yaşıyoruz. Peki, biz ne zaman bu hale geldik?
Bir zamanlar komşuya anahtar bırakılırdı, şimdi kapının önüne bırakılan kargo bile çalınıyor. Bir zamanlar siyasetçi halkın içinden çıkar, halk gibi yaşardı; şimdi halktan kopuk, lüks içinde yaşayan bir zümreye dönüştüler. Güven, toplumun harcıdır derler. O harç döküldü, çatladı, yer yer çöktü. Artık kimse kimseye güvenmiyor. Ne komşusuna, ne öğretmenine, ne gazeteciye, ne siyasetçiye...
Sosyal medya çağında herkesin sesi var ama kimsenin sözü yok. Herkes konuşuyor ama kimse dinlemiyor. Herkes biliyor ama kimse anlamıyor. Bilgi kirliliği, algı operasyonları, sahte kahramanlar, sahte düşmanlar... Gerçekler, duyguların gölgesinde kayboluyor. Birini eleştirdiğinizde hain, desteklediğinizde yandaş oluyorsunuz. Oysa belki sadece doğruyu arıyorsunuz.
Peki, ne oldu da biz bu hale geldik? Belki de yıllar içinde biriken hayal kırıklıkları, tutulmayan sözler, hesap sorulamayan yolsuzluklar, cezasız kalan suçlar... Belki de adaletin terazisinin şaştığına olan inanç. Belki de artık kimsenin "ben değil, biz" demediği bir toplum oluşu.
Ama hâlâ geç değil. Hâlâ dürüst insanlar var. Hâlâ gece yatağa başını huzurla koyanlar, vicdanıyla yaşayanlar, hakkı gözetenler var. Belki azlar, belki sesleri çok çıkmıyor ama varlar. Ve belki de umut, tam da burada başlıyor.
Toplum olarak yeniden güveni inşa etmenin zamanı geldi. Şeffaflıkla, hesap verebilirlikle, adaletle, empatiyle... Çünkü güven olmadan ne bir ülke ayakta kalır, ne bir toplum huzur bulur, ne de bir birey kendini güvende hisseder.
Kime güveneceğiz? Belki önce kendimize. Sonra da birbirimize. Çünkü başka çaremiz yok.
Yorumlar
Kalan Karakter: