Bazen ihtiyacın olanı bulmak için düşünmen değil, içine düşmen gerekir.
Mesela mutlu olmak için fazla eşyaya, sevilmek için bir insana ihtiyacım yokmuş. Az eşyayla ve kendimi severekte gayet mutlu olabilirmişim.
Oysaki bir eşyayı fazlaca istemek, başka sebeplerden içimde oluşmuş ve nasıl dolduracağımı bilmediğim boşlukları, çok alakasız bir şekilde doldurmaya çalışma çabamdan gelen bir istekmiş.
Büyük alanlara ve metrekarelere ihtiyacım yokmuş meğer. Küçücük bir alanda da mutlu olabilir, hayatımı yine mutlulukla sürdürebilirmişim.
Hiç aklıma gelmeyecek, basit ve küçücük şeyler için kendimi fazlasıyla yormam da gereksizmiş. Sadece kendime yük ediniyormuşum meğer.
Oysaki hayatın bana getirdiği güzellikleri görüp, aksiliklere takılıp kalmasam daha mutlu olurmuşum.
Asla yapmam dediğim şeyi yapabilir, alışamam dediğim şeylere de alışabilirmişim.
O zaman asla dememeyi ve büyük konuşmamayı öğrenmeliymişim önce.
Ağlamak olumsuz bir şey değilmiş. Bazen kendimi iyi hissetmeme sebep olabilir, içimdeki taşkını atmama yarayabilirmiş.
İstemek başarmanın yarısı değilmiş. Bazen adım atmak, istmekten daha önceymiş.
Çok istediğim bir şey olmadığında, üzülmek yerine olmamasının sebeplerini anlayabilir yoluma devam edebilirmişim.
En önemlisi ise olmadığı zaman üzülmek yerine olmadığına şükredebilirmişim.
Belkide istediğimin olması için gereken şartlar sağlanmamıştır.
Ya da karşıma benim isteğimden daha da iyisi çıkacaktır.
Bu yüzden sahip olduklarım için de, sahip olamadıklarım için de şükredebilir ve öne bakabilirmişim.
Aslında hayat denen yolculukta başrol olduğumu farketmeli ve herşeyin bende başlayıp bende bitttiğini farketmek yoluma devam etmem için daha iyiymiş.
Sadece bunun farkında olmalıymışım.
İşte o zaman hayattan zevk alabilir, o zaman mutlu olurmuşum..