Her sabah uyanıyoruz; kimi zaman bir korna sesiyle, kimi zaman bir sirenle. Trafikte bir tartışma, sokakta bir kavga, evde bir çığlık… Şiddet artık sadece haber bültenlerinin değil, gündelik yaşamın sıradan bir parçası haline geldi. Ve biz, bu sarmalın içinde dönüp duruyoruz.
Şiddet dediğimiz şey yalnızca fiziksel bir saldırı değil. Bir bakış, bir söz, bir sessizlik bile bazen en derin yaraları açabiliyor. Bugün trafikte yol verme tartışmasıyla başlayan bir olayın, birkaç dakika içinde yumruklara, hatta silaha dönüşmesi artık kimseyi şaşırtmıyor. Çünkü öfke birikmiş, sabır tükenmiş, empati unutulmuş.
Peki neden bu kadar öfkeliyiz?
Bu sorunun tek bir cevabı yok. Ekonomik sıkıntılar, işsizlik, gelecek kaygısı, sosyal adaletsizlikler, aile içi baskılar, sevgisizlik… Hepsi birer neden. Ama belki de en önemlisi, duygularımızı sağlıklı bir şekilde ifade etmeyi unutmuş olmamız. Sevgiyi gösteremeyen, hüznü paylaşamayan, öfkesini bastıramayan bir toplum olduk.
Bir başka acı gerçek ise karşılıksız aşkın, hayal kırıklığının ya da terk edilmenin de şiddete dönüşmesi. Sevgiyle başlaması gereken ilişkiler, kontrol ve tahakküm savaşına dönüştüğünde, sonuç çoğu zaman acı ve gözyaşı oluyor. Kadın cinayetleri, çocuk istismarları, aile içi şiddet haberleri artık sadece rakam değil; her biri bir hayat, bir hikâye, bir trajedi.
Bu noktada sormamız gereken soru şu: Biz nasıl bir toplum olduk? Ve daha önemlisi, nasıl bir toplum olmak istiyoruz?
Çözüm, sadece yasalarla, cezalarla değil; eğitimle, farkındalıkla, sevgiyle mümkün. Empati kurmayı, dinlemeyi, anlamayı yeniden öğrenmeliyiz. Şiddetin değil, anlayışın diliyle konuşmalıyız. Çünkü her yumruk, her hakaret, her gözyaşı; aslında hepimizin insanlığından bir parça eksiltiyor.
Unutmayalım: Şiddet bir sonuçtur. Ve biz, bu sonucun nedenlerini görmezden geldikçe, sarmal büyümeye devam edecek.
Yorumlar
Kalan Karakter: