13 Yaşından Sonra Cep Telefonu Kullanımı Gençleri Nasıl Etkiliyor?
Bir zamanlar çocuklar oyun alanlarında topun peşinde koşar, ip atlarken kahkahaları mahalleyi çınlatırdı. Şimdi ise aynı yaş grubundaki çocuklar sessiz odalarda, ekranların arkasında kendi küçük sanal dünyalarında kayboluyor. 13 yaş… Hayatın en kırılgan, en şekillendirici dönemi. Ruhun ince bir tül gibi hassaslaştığı, duyguların karmaşıklaştığı, kimliğin arandığı bir çağ. Ve işte tam da bu dönemde, bir telefonun parıltısı o gencin dünyasını karartabiliyor.
Görünmeyen Bir Savaş: Gerçek Hayat mı, Dijital Dünya mı?
Bugünün gençliği, iki dünyanın arasında yaşıyor. Biri gerçek, diğeri sanal. Gerçek dünyada sabır, emek, değer var. Sanal dünyada ise hız, beğeni ve gösteriş.
Cep telefonu, gençleri farkında olmadan bu iki uç arasında sıkıştırıyor. Sosyal medyada gördüğü “mükemmel hayatlar”, genç bir ruh için yıkıcı olabiliyor. Her şeyin ölçüsü beğeni sayısı, takipçi sayısı, izlenme oranı olmuşsa; o genç artık kendi değerini başkalarının onayına teslim etmiş demektir.
Ve işte o an başlıyor görünmeyen savaş:
“Ben neden onlar kadar güzel değilim?”
“Niye benim gönderim bu kadar az beğeni aldı?”
“Beni neden kimse fark etmiyor?”
Bu sorular bir süre sonra özsaygı kaybına, depresif duygulanımlara ve sosyal kaygıya dönüşüyor. Henüz kimliğini bulmamış bir genç, dijital kimliğine sıkışıp kalıyor.
Uyku Kaçıyor, Zihin Yoruluyor
Ekranlardan yayılan mavi ışık, melatonin hormonunu baskılar. Bu da uyku düzenini altüst eder. Birçok genç, sabaha kadar telefonda gezinirken ertesi gün derste uykusuz, dikkatsiz, yorgun olur.
Beyin gelişimi henüz tamamlanmamış bir gencin, sürekli ekran uyarılarına maruz kalması dikkat dağınıklığını artırır. Hızlı video geçişleri, kısa içerikler, dopamin patlamaları... Beyin artık uzun süreli odaklanmayı öğrenemez hale gelir.
Ve bir bakarsın, 13 yaşındaki bir çocuk kitap okumaktan sıkılırken saatlerce TikTok’ta vakit geçirebiliyor. Çünkü gerçek dünya ona “yavaş”, dijital dünya “heyecanlı” geliyor. Oysa ruhun büyümesi, sabırla, sükûnetle olur.
Bir Bağımlılığın Sessiz Başlangıcı
Cep telefonu, sigara gibi dumanı olmayan bir bağımlılıktır. Sessiz, masum görünen ama yavaşça kök salan bir alışkanlık.
Her bildirim sesi, beyinde küçük bir “ödül” duygusu yaratır. Beğeniler, yorumlar, mesajlar... Hepsi dopamin salgılatır. Bu da aynı uyuşturucu etkisi gibi bir tatmin sağlar.
Ve sonra genç, telefonu elinden bırakamaz hale gelir. Yemekte, derste, yatakta… Her an elinde. Çünkü orada bir “dünya” kurmuştur. Ama o dünya, gerçeğin yerine geçtikçe, ruhun dengesi bozulur.
Aile Bağları Ekranın Gölgesinde
Bir zamanlar sofralarda muhabbet vardı. Baba günün yorgunluğunu anlatır, anne çocuklarının gözlerine bakarak dertleşirdi.
Şimdi o sofralarda telefonlar konuşuyor. Herkesin elinde ayrı bir ekran, ayrı bir sessizlik.
Aile içi iletişim azaldıkça, gençler duygusal olarak yalnızlaşıyor. Kendisini dinleyecek kimse bulamayan çocuk, sosyal medyada “anlaşılmak” istiyor. Ama orada gördüğü şey samimiyet değil, çoğu zaman yapaylık. Ve bu da yalnızlığını derinleştiriyor.
Peki Ne Yapmalı?
Çözüm yasakta değil, rehberliktedir.
Gençlere telefon vermemek değil; doğru kullanmayı öğretmek gerekir.
Aileler çocuklarıyla dijital sınırlar belirlemeli.
Geceleri telefonun odadan çıkması bir kural haline gelmeli.
Sosyal medya, ödül değil araç olarak görülmeli.
Gençler spora, sanata, kitaba, doğaya yönlendirilmeli.
En önemlisi: Onlara “gerçek hayatın” daha güzel olduğunu göstermek lazım.
Bir ağacın gölgesinde edilen sohbet, bir arkadaşla paylaşılan kahkaha, bir kitabın son sayfasındaki heyecan… Bunlar, hiçbir ekranın yerini tutamaz.
Nihayetinde;
13 yaşından sonra cep telefonu kullanmak, bir tercihten çok bir dönüm noktasıdır. Bu çağda teknolojiye sırt dönmek mümkün değil, ama ona teslim olmak da bir çözüm değil.
Gençlerin elindeki telefon, bir pencere olmalı; onları hayattan koparan bir duvar değil.
Unutmayalım: Telefon akıllı olabilir ama kalplerin rehberi hâlâ insandır.
Ve biz büyükler, o kalplere ışık olmayı unuttuğumuzda, ekranlar onların yeni rehberi olur.
Yorumlar
Kalan Karakter: