Genelde meslek liselerinin ya da Halk Eğitim Merkezlerinin yetiştirdiği işçi”lerden oluşan çalışanlara ara eleman dendiğini biliyoruz. Tabi bunun yanında bu tür eğitim kurumlarının dışında iş yerlerinde o işin ustası tarafından yetiştirilenler de var.
Fakat son yıllarda ülkemiz genelinde ciddi bir “ara eleman” bulma sıkıntısı var. Bir inşaat ustası inşaatta; bir tornacı veya terzi, atölyelerinde çalışacak genç eleman bulmakta o kadar zorlanıyor ki, yüksek maaş vaadi dahi bu skıntıyı gidermeye yetmiyor. Biz “eğitimli nesil” dediğimizde tüm neslin üniversite mezunu olmasını kast ettiğimiz için olsa gerek bu sıkıntıları gün be gün hissediyoruz.
Dahası örgün eğitim sisteminde yer alanı “eğitimli” olarak görüyor, bir ustanın yanında çalışan bir gencin ustasından öğrendiklerini “eğitim dışı “ olarak kabul ediyoruz. Hal böyle olunca telemde toplumun ihtiyacını karşılayan üretici gençleri örgün eğitim kapsamına almak için çabalıyoruz ve bu da doğal olarak yukarıda bahsettiğim ara eleman ihtiyacını da daha da çok arttırmaya yetiyor.
Buradan “okur-yazar olmasınlar” şeklinde bir anlam çıkmasın. Pekala bu dengesizliğin dengesi sağalanabilir; ki bu soruna çözüm üretebilecek gerek Millî Eğitim camiasında gerekse Üniversitelerimizde nitelikli çok değerli uzmanlarımız var.
Mesele “işin uzmanlarının” konuşup sorunlara eğilmesi..
Ama maalesef geçmişten günümüze, toplumun herhangi bir sorununu dile getiren o sorunun içindekiler değil dışındakiler olmuştur. Mesela Eğitimle ilgili sorunları eğitimcilerin dışında herkes, hukuki sorunları hukukçuların dışında herkes, ekonomik sorunları ekonomistlerin dışında herkes dile getirir olmuştur.
Elbette her vatandaşın ülkesinin sorunlarına yönelik çözüme dair fikirleri olmalı ama çözümün adresi de sorun olan alanla ilgili uzmanlar olmalı;ve bu uzmanlar sorun gördükleri alanları kendi dünya görüşlerinden hareketle değil toplumun ihtiyacı doğrultusunda özgürce ve cesurca dile getirmeli.
Eğitimin toplumsal değişime katkısını hepimizi biliyoruz lakin eğitimi salt dört duvar arasında sınırlandırırsak ‘bireylerde gerçekleşen değişim’ topluma sirayet etmeyecektir.
Eğitimi sadece dört duvar arasında değil sokakta, esnafta, organize sanayi kuruluşlarında, irili ufaklı her türlü iş yerlerindeki çalışanları kapsayacak şekilde, çalışan gençlerle milli manevi değer bağlarını kuracak bir zinciri inşa etmememiz gerekiyor.
Yani çalışan gençler bir yandan işlerine bakıp mesleklerini öğrenirken diğer yandanonlara, onların sahip olmaları gereken milli ve manevi değerleri kazandıracak bir sistemi pekâlâ oluşturabiliriz.
Her genci zorunlu eğitime tabi tutup onları çalıştıkları, meslek edindikleri iş yerlerinden çekip örgün eğitime zorlamak beraberinde ciddi sorunları getirir; ki getiriyor da. Her bireyi üniversiteli yapma zorunluluğu varmış gibi hareket etmek var olan sorunlara çözüm getirmeyecek aksine sorunları daha da arttıracaktır.
Esasında Milli Eğitim Bakanlığımızın son yıllardaki meslek liselerine verdiği önemi görmezlikten gelemeyiz. Toplumun ara eleman ihtiyacını karşılamak adına atılan birçok önemli adımlar var elbette. Ama bu adımların yanında bahsettiğim şekilde eğitimi iş yerlerine taşımak da önemli bir adım olacaktır. Neticede bu gençler on sekiz yaşlarında liseden mezun oluyorlar ve yeşerecekleri, kök salacakları, hayatlarına hatta ait oldukları topluma yön verecekleri çağları sıralarda geçip gidiyor.
Bu gençlerin büyük bir bölümü bu sırların devamını getirmediklerinde, yani nitelikli bir üniversiteye yerleşemediklerinde yapabilecekleri hiçbir şey olmuyor;beş yaşında başladıkları okulu on sekiz yaşlarında bitirdiklerinde boşluğa düşüp yer yer ciddi toplumsal sorunlara da sebep olabiliyorlar.
Bir ülkede okulların tümü ve bu okullardaki sınıfların tümü gerçek hayatı sınıf ortamına taşımakta yeterli olmaz. Böyle tümüyle bir “yeterlilik” hayal ürünüdür ve dünya devletlerinin hiç birinde söz konusu “yeterlilik” yüzde yüz oranında değildir. Dolayısıyla yaşamı sınıf ortamına taşıyamıyorsak sınıfı “yaşam ortamına” taşımaya çalışmalı ve gençlerin meslek sahibi olmanın önünü de açmalıyız.