İsrail’e “Katil” Diyen Biz Değiliz;Kendi Kutsal Kitapları..
Yahudiliğe göre insanlık Âdem’in ve Nuh’un soyundan gelmektedir. İnsanlığın ilk atası Hz.Adem’dir. Hz.Adem’den Hz. Nuh’a kadar on nesil geçmiş, bu süreçte insanlar arasında fesat meydana gelmiştir. Tanrı insanları uyarmak için Nuh’u göndermiş ve ilahi hitaba uymamaları üzerine onları tufan ile cezalandırmıştır.
Tufan olayıyla bütün canlılar yok olmuş, sadece Hz.Nuh ile üç oğlu ve eşleri gemide kurtulmuşlardır. Ondan sonraki süreçteyse bütün insanlık onlardan türemiştir. Bu nedenle Yahudi kaynakları Nuh’u insanlığın Hz. Âdem’den sonra ikinci atası olarak görmüşlerdir. Hz. İbrahim’in kurallarına nasıl uyulması gerekliyse Hz. Nuh’un kurallarına da uyulması gerekiyor.
Hz. İbrahim peygamberliğini aldıktan sonra İbrani ulusunun ilk tohumları atılmış ve bu tohumlar Hz. Musa ile yapılan “Sina Ahdiénde” yeşererek ulus olma süreci tamamlanmıştır. Sina Ahdi’le (Sina vahyi) İsrailoğulları, Nuhoğulları statüsünden ayrılarak yeni bir kimlik kazanmıştır.Ama geriye kalan bütün insanlar Nuhoğulları statülerini sürdürmüştür. Bundan dolayı Yahudilikte insan algısı temelde Nuhoğulları ve İsrailoğulları şeklinde algılanmıştır.
Ancak zamanla Nuhoğullarından da Hz. Nuh’un öğretilerine ibadetlerine aykırı davranan olmuş ve İsrailoğulları için “başka (tür) ibadet eden” anlamına gelen “Oved Avoda Zara” kavramını kullanmış ve böylece Yahudi bakış açısıyla bütün insanlık İsraeli ve yabancılar, yabancıların da Nuhi ve Oved Avoda Zara kimliklerine ayrılmış oldular. Dolayısıyla “Sina Vahyi” Yahudilerin üstünlüklerinin tescili olmuş oluyor.
Zamanla Yahudi din adamları bu üstünlükler üzerine yorumlarda bulunmuşlar ve “Sina Vahyi sadece İsrailoğullarına geldiyse bunun tek sebebi var;Rab İsrailoğullarına diğerlerine göre daha fazla değer veriyor” sonucunu çıkarmışlar. Bu duygu ve düşünce zamanla benliklerine kadar işlemiş ve Mesih döneminde Yahudilerin dünyaya egemen olacakları ve yabancıları Nuh Kanunları’na tabi kılacakları şeklinde de pekiştirilmiştir.
Yahudi mistik dünyasında “her yer ilahi kıvılcımlarla donatılmış, bu ilahi kıvılcımlar da Yahudilerin bizzat kendisidir” şeklinde yer eden inanış onları diğer insanlardan ne kadar üstün gördüklerinin bir göstergesidir.
Yahudilerdeki bu “üstün görme” anlayışı o denli içlerine işlemiştir ki, zamanla kendilerinden başka insan topluluklarını aşağılamaya ve yok saymaya kadar giden ruh haline bürünmüşlerdir. Bunun en bariz örneği “Kabala” öğretisinin önde gelen isimlerinden Şimon b. Yohay’ın yazdığı “Zohar” eserinde daha net görülür.
Yohay bu eserinde yabancılar hakkında insan olmadıklarını söylemiş, onları at ve merkeplere benzetmiş ve daha da ileri giderek “en iyisinin öldürülmesi iyidir” demiştir. Tabi bu “Kabala”cılar ve Siyonlar için geçerlidir; tüm Yahudilerin bu şekilde düşündüğünü zannetmiyorum. Ama Yohay’ın düşüncelerini benimseyen Siyonistler Hz Yakub’un lakabı olan ama sonra onun soyundan gelenleri belirtmek için kullanılan “İsrail” (Kaynak: Ahmet Çelebi, Mukayeseli dinler açısından Yahudilik) ismini kullandıklarından, yapılan barbarlıkların da tüm Yahudilere mal olması gayet doğal.
Oysa Kabala ve de Siyonist öğretisinin dışında kalan Yahudilerin inandığı ve okuduğu kutsal kitaplarında insan onurunun ve yaşamının ne kadar değerli olduğu anlatılır, anlatılmakla kalınmaz bu doğrultuda öğütler de verilir. Hatta kutsal kitaplarında “İnsanın ölümle tehdit edildiğinde bile yapmaması gereken üç fiil vardır ki bunlardan ilki şirk, ikincisi insan öldürmek ve son olarakta zinadan kaçınmaktır” ifadesi aslında insan yaşamına verilmesi gereken önemi anlatır.
Ama diğer semavi dinlerde olduğu gibi bu dinde de “makulü” emreden tüm ayetler kutsal kitaplardan çıkarılmış, hırsına yenik düşen, kalbinde nefret kıvılcımları çakan bir takım sözde bilgelerin sözlerine yer verilmiş ve bu düşünce “kevod ha-briyot” yani “yaratılmışlara saygı” şeklinde dile getirilmiştir.
Yani Tevrat getirdiği düzenlemelerle insan hayatının dokunulmazlığını teminat altına almaya çalışmıştır. Bunun için Tevrat öldürme ve yaralama gibi eylemleri yasaklamış, bunlara yönelik ağır cezalar getirmiştir.
Normal bir Yahudi geleneğine göre insan öldürme ilk insandan itibaren yasaklanmıştır. “Tevrat’ta ise bu yasak ilk olarak tufandan sonra Tanrı Hz. Nuh’u kutsarken belirtilir.” Tevrat’ta İnsan kanı dökmenin yasak olmasının sebebi ise “ insanın Tanrı suretinde yaratılmış olması”ndandır.
Tevrat kan dökmenin ülkeyi kirlettiğini, bu kirin sadece katilin kanının akıtılmasıyla temizleneceğini ifade eder.Hatta Tevrat, bir insanın hasmını kendi öldürmesini yasaklamakla yetinmeyip kiralık katil tutmayı da yasaklamakla kalmayıp, kiralık katili de lanetler. Tevrat’ta “öldürme yasağı” bu derece önemlidir. Öldürme yasağı daha sonra Sina’da Hz. Musa’ya verilen On Emir’de de “Öldürmeyeceksin” diye tekrarlanmıştır. Hatta On Emir bu yasakla başlamıştır desek yanlış olmaz.
Tevrat’ta öldürme yasağını çiğneyenler için ağır cezalar vardır. Mesela bir insanın demir veya adam öldürebilecek tahtadan bir aletle veya taşla başka birine vurması durumunda bu vurma eylemi ölümle neticelenmişse adamın katil olduğuna hükmedilir. Yine birisi hasmına yumruk atar veya bir nesne fırlatırsa, onu bir çukura iterse ve bunun sonucunda ölüm gerçekleşirse o adamın da katil olduğuna hükmedilir.
İşte bu nedenle biz bugün Siyonist İsrail için ''Katil İsrail'' diyoruz. Hatta biz demiyoruz; kendilerinin inandıkları din diyor, inandıkları “Tanrıları” diyor.
Bunların öldürme eylemini Tevrat’a uyarladıklarını varsayarsak, muhtemelen Tevrat’ta geçen “özgür birisi, özgür olmayan birisinin ölümü nedeniyle infaz edilemez, cezalandırılamaz” hükmüne sığındıkları düşünülebilir.
Neticede özellikle Siyonist Yahudilerin kendilerinden başka herkesin kendilerinin kölesi olduğunu düşündüklerini düşünürsek kendilerince Tevrat’ın ölümü yasaklama hükmünü güya ihlal etmemiş oluyorlar.
Yahudilikte kasten adam öldürmenin cezası, suçlunun kısas yoluyla öldürülmesidir. Tevrat “katilin kesinlikle öldürüleceğini açık bir şekilde emreder. Haksız yere cana kıyanın takipçisinin bizzat kendisi olacağını belirten Tanrı, katilin muhakkak öldürülmesi gerektiğini, hatta kendi sunağına veya sığınma şehirlerine sığınsa bile oradan çıkarılıp öldürülmesi gerektiğini emreder.” Hatta Kasıtlı olarak birini öldüren kişinin diyet ödeyerek ölümden kurtulma şansı bulunmamaktadır.
Tevrat’ta yaralamaya yönelik hükümlerde açık ve nettir; “kırığa karşılık kırık, göze karşılık göz, dişe karşılık diş, ele karşılık el, ayağa karşılık ayak, yanığa karşılık yanık, yaraya karşılık yara, bereye karşılık bere” olup kişinin karşı tarafa ne yaptıysa kendisine de aynı şey yapılacağıdır.
Günümüz Siyonist Yahudi din adamları tarafından tüm bu ilahi uyarıların hiçe sayılmasının sebebi İncil’in hiçe sayılıp yeni İncil yazılması gibi gönlü kin ve nefretle dolu insanların yazdığı Tevrat’a sarılmasından kaynaklanır.
Ve şurası bir gerçektir ki;Yahudiliğin insan algısı ben ve öteki yaklaşımı üzerine kuruludur. Kendi kimliğini var etmek için Yahudilik her zaman karşısında bir kimlik var etmek zorunda kalmış ve karşı kimlikler karşısında kendini üstün göstermek için de “hakiki Tevrat” yerine “Kabala” inancına sahip olanların yazdığı Tevrat’a sarılma tercih edilmiştir.