Tarihte yanlış yönetilen barış dönemleri bir anda büyük savaşlara dönüşmüştür.
Güçlü olanın tarihi de geleceği de belirleme yetkisini kendinde gördüğü bu dünya düzeninin değişmesi için “yeni bir sıfırlamaya” ihtiyaç duyulduğu artık bir gerçek
Birinci Dünya Savaşı bittiğinde dünyanın bir daha böyle büyük bir felaketle karşılaşılmayacağı 20.yüzyılın kırılma noktasının kırıldığı umuluyordu. Ama bu “iyi zan” oldukça kısa sürdü.
Adı “barış anlaşması ”yla başlayan bir dizi anlaşmalar, sözüm ona barışı korumak için kurulan Cemiyet-i Akvam’ın çifte standartları, bırakın barışı korumayı yeni bir dünya savaşının kapısını araladı.
Mesela I. Dünya Savaşı sonunda imzalatılan Versailles Barış Antlaşması’nın ağır şartları Alman halkında büyük bir travmaya sebep oldu ve bu travma etkisini iyi kullanan Hitler de bundan istifade edip maceracı kişiliğini önde tutarak yayılmacı bir politika izledi ve Polonya’yı işgali ile 2.Dünya Savaşı’nı başlatan adımı attı.
Barışı korumakla görevli Cemiyet-i Akvam (Milletler Cemiyeti) ve bu kurumu başında bulunan yüzyılların sömürge güçleri İngiltere ve Fransa’nın, dünya savaşı sonrasındaki gidişatı tamamen kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmesi bırakın barışı getirmeyi ve bırakın yeni bir savaşı engellemeyi, insanlık tarihinin en büyük felaketlerinden birini yaşattılar dünya insanına..
Bu “sebebe” daha somut bir örnek vermek gerekirse; İngiltere’nin 1.Dünya Savaşı süresince Almanya’ya karşı uyguladığı deniz ablukası verilebilir.
Bu abluka Almanya’nın yenilmesinde rol aldığı gibi savaş sonrası Almanya’nın ekonomik ve siyasi manevrasının kısıtlanmasında da önemli rol almış ve Almanya’yı tıpkı Gazze gibi açık hava hapishanesine dönüştürmüştü.
Bu durum Hitler Almanya’sını yeni çözümler bulmaya sevk etmiş ve nihayetinde özüm için çeşitli senaryolar öne sürülmüş; Filoları olabildiğince yenileme ve güçlendirme ve ardından İngiltere’yi Atlantik’te ve Akdeniz’de yalız bırakmak için Fransa’yı bir şekilde saf dışı bırakma ve Norveç limanlarından faydalanmak için Norveç’le dostluğu geliştirme gibi.
Görüldüğü gibi Barış’ı korumak için oluşturulan Miletler Cemiyeti’nin başındaki devlet ’in yanlış, çıkarcı ve hırslı politikası Dünyayı yeni ve öncekinden kat ve kat daha kötü bir felakete sürüklemeye yetmişti.
1.Dünya savaşı sonrası hataların İkinci Dünya Savaşı’na sebep olduğunu bilen dünya devletleri Dünya savaşları sonrası bunu dikkate almışlar mıdır acaba? Soğuk Savaş dönemi ve günümüzdeki “ılıman savaş”(bir sonraki basmak sıcak savaş) dönemlerinde bu ”anlamayı” pek görmüyoruz maalesef.
Günümüzde de tarih, adeta ders alma alanı olmaktan çıkmış gerçekleştirilemeyen caniliklerin yenidünya düzeninde “nasıl gerçekleştirileceğine” ilişkin ipuçlarını arama alanı haline dönüşmüş durumda. Değişen tek şey aktörler; İngiltere yerine ABD.
O kadar kırılgan bir dünyada yaşıyoruz ki tüm ülkeler her an istilaya uğrayacakmış gibi askeri güce ağırlık veriyor. Ve herkesin herkese karşı harcadığı çabaya da barış adı veriliyor. Olan sivillere oluyor ve savaşlar savunmasız sivillerle donanımlı askerler arasında tüm vahşetliğiyle sürüp gidiyor. Üstelik İsrail askerleri gibi, sivillerle yaptıkları savaşı gerçek bir savaş zannedip kendi ruhlarını tatmin etmeleri de cabası.
Yani artık göreceli barış dönemi artık yerini gerginliklere ve en nihayetinde savaşlara bırakıyor. Devletlerin “yatırım merkezleri” ciddi anlamda askeri merkeze yönelmiş durumda. Savunma adı altında silahlanma yarışı hiç olmadığı kadar hızlı ve hırslı ilerliyor. Her devlet ve her aktör kendi gündemini dayatmak için acı günleri yaşatıyor ya da izletiyor.
NATO’nun Doğru Avrupa’ya yayılması, buna karşılık Rusya’nın bu alanı “hayat alanı” olarak görüp karşı koymasından Çin’in “tek kuşak tek yol” sloganı ile başlattığı kültürel ve ekonomi savaşlarına; İran’ın vekaletinde olan gurupların Ortadoğu’da sonuçtan ziyade çıkar odaklı saldırılarından Amerika’nın İsrail aracılığıyla bölgede tutunma çabasına kadar bir dizi hareketlilik yeni bir genel savaşın yapı taşlarının döşenmesinden öte bir anlama gelmiyor. Yani tarih tekerrür etmese de şiirsel anlatımı kafiyeli biçimde yazılabilir.
Savaşlar sonrasında “barış anlaşması” olarak yenilen devletlere imzalatılan anlaşma gibi taktikler, günümüzde yerini ölenler için üzüntülerini dile getiren öldürenlerin ve öldürenlere destek çıkan aracıların hümanist söylemlerine bırakmış durumda.
Gelinen noktada teknoloji toplu katliamları gerçekleştirse de aynı teknoloji dünyayı haberleşme alanında küreselleştirdiği için aktörler, bu taktiklerin uygulama konusunda çoğu zaman güçlük yaşıyorlar.
Örneğin hangi bahanelere sığınsalar da İsrail’in yaptığı barbarlık dünya kamuoyunda –Hristiyan-Müslüman ayrımı gözetmeksizin- tepkiyle karşılanabiliyor. Aynı şekilde katil devlete destek veren ve İsrail’e gittiğinde “buraya Yahudi olarak geldim” diyen Amerika Dışişleri Bakanı’nın insancıl söylemleri hiçbir şekilde dikkate alınmıyor ve değer görmüyor. Ama yine de tarihi ve geleceği yazma görevinin kendilerine Tanrı tarafından verildiğine inanıyor ve bu doğrultuda öldürdükleri masumlar için hiç üzüntü duymuyorlar.
Güçlü olanın tarihi de geleceği de belirleme yetkisini kendinde gördüğü bu dünya düzeninin değişmesi için “yeni bir sıfırlamaya” ihtiyaç duyulduğu artık bir gerçek. Umut edelim; sıfırlama bir felaketin sonucunda olmasın ama maalesef bu sıfırlama ancak ya küresel bir felaketle ya da yeni bir dünya savaşıyla mümkün görünüyor. Aklı başında hiç kimse savaş yanlısı olmaz elbette. İhtiyaç duyan insan olarak bizden daha öte gezegenin bizzat kendisi.. Tarih bize bunu her dönem göstermiştir..